Sebepler, maddi varlıkların meydana gelmesinde olduğu kadar, manevi varlık tabir edilebilecek muhabbet, aşk gibi hallerin vukuunda da geçerlidir.
Burada önemli olan nokta, rahmete ve Allah'a ulaşmaya vesile bu hallerdeki feyiz ve muhabbeti Cenab-ı Hakk'ın zatına mal ederek şirke düşmemektir.
Feyzin ve muhabbetin de yaratılmış mahlûk olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Dünyada Allah'a ulaşmaya ve kâmil bir mümin olma yolunda ilerlemeye vesile olan peygamberler ve velilerdir. İnsan, Allah'a kul olma yolunda ne kadar çaba sarf ederse etsin, emirleri ve yasakları ne derece hassasiyetle gözetirse gözetsin, onun nihai kurtuluşu Cenab-ı Hakk'ın rahmeti iledir.
Peygamberimiz (sav), "Amellerinizde mu'tedil olunuz, doğru olunuz ve biliniz ki, sizden hiçbir kimse yalnız ameli ile kurtulmuş olmayacaktır" buyurmuştur.
Ashab-ı kiram, bunun üzerine "Sen de mi ya Resûlullah (s.a.v)" diye sordular.
Peygamberimiz (s.a.v), "Ben de ancak Allah, rahmet ve fazlı ile beni ihata ederse" buyurmuştur.
Lügatte aracılık yapmak, vesile olmak anlamına gelen şefaat; insanların kurtuluşu için dünyada nasıl nebi ve veliler vesile kılınmışsa, zorlu hesap gününde de yine nebilerin ve velilerin vesile kılındığını ifade etmektedir.
"Şefaat hak mıdır?" sorusunun cevabını ayet ve hadislerle değerlendirmek gerekir:
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
"O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez." (Taha, 109).
Ve yine, "O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez." (Yunus, 3).
Şefaat haktır ve mahşer gününün dehşetinde Allah'ın izin verdiği kulları şefaat hakkına sahiptir.
Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Her peygamberin Allah-u Teâlâ'dan bir dileği vardı; onu diledi ve Allah indinde icabet ve kabul olundu. Fakat Ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat tahsis ve tehir ettim."
Yine Peygamberimiz (s.a.v), "Kıyamet günü geldiğinde (umumi surette) Ben şefaat ederim. Bunun üzerine Ben: Ya Rabbi! Gönlünde hardal tanesi kadar iman olanları cennete koy, diye niyaz ederim; bunlar Cennete girerler. Sonra Ben, ya Rabbi, hardal tanesinden az imanı olanları da koy diye şefaat ederim" buyurmuştur.
En büyük şefaat yetkisi Hz. Muhammed Mustafa Efendimizindir.
Hatemül Enbiya'nın mahşerdeki büyük şefaatine, "şefaat-i uzma/büyük şefaat" denilmektedir.
Daha sonra her peygamber Cenab-ı Hak tarafından kendi ümmeti hakkında şefaate mezun olacaktır. Hatta peygamberlerden başka şüheda ve evliyanın dahi şefaat edecekleri naslar (ayetler ve hadisler) ile sabittir. Peygamber Efendimiz (sav), önce kendi ümmetine ve sonra sadece ona ait bir şeref olmak üzere diğer peygamberlerin ümmetlerine de şefaat edecektir.
Allah, Peygamberimizin şefaatinden ayırmasın.
Prof.Dr. Haydar Baş'ın kaleminden....