"Kim Müslüman kardeşine hile yapar, onu tahkir eder ve ona karşı düşmanlık güderse, Allah onu cehenneme atar.
Kim bir mümine haset ederse (onu kıskanırsa), tuzun suda eridiği gibi onun da imanı öylece kalbinde erir.
Mümin kardeşinin ihtiyacını karşılamak için adım atan bir kimse, Safa ve Merve arasında sa'y eden (koşan) kimse gibidir. Onun ihtiyacını karşılayan bir kimse de Bedir ve Uhud Savaşı'nda Allah yolunda kanına boyanan kimse gibidir. Allah hiçbir ümmeti, fakir kardeşlerinin haklarını küçümsemedikleri müddetçe helak etmemiştir.
Taraftarlarımız farklı fikir ve düşüncelere kapılmasınlar. Allah'a andolsun ki, günahlardan kaçınmadıkça, dünyada çaba göstermedikçe ve Allah yolunda, (mümin) kardeşler ile eşitlik sağlamadıkça velayetimize ulaşamazsınız. Halka zulüm eden kimse bizim taraftarlarımızdan değildir.
Taraftarlarımız, cömertlik, kardeşlere bağışta bulunmak, gece ve gündüz (farz ve sünnet olarak) elli rekât namaz kılmak gibi özelliklerle tanınırlar. Şialarımız (sabırsızlıktan) köpek gibi ulumaz, karga gibi aç gözlü olmaz, düşmanlarımızla komşu olmaz, açlıktan ölseler bile bizi sevmeyenlere el açmazlar.
Şiîlerimiz, (taraftarlarımız) yılan balığı yemezler, ayakkabının üzerine mesh yapmazlar, öğlenin ilk vaktini (namaz kılmak için) gözetirler, şarap içmezler. "Canım size feda olsun" dedim. "Onları nerede bulabilirim?"
İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Dağların başında ve şehirlerin kenarında. Bir şehre girdiğinde halkla muaşeret etmeyen (oturup kalkmayan) ve halkın da kendisiyle muaşeret etmediği kimseyi sor, ara. İşte böyle bir adam, mümindir.
Nitekim Allah-u Teâla (Habib-i Neccar hakkında) şöyle buyurmuştur: "Şehrin (Antakya şehrinin) uzak bir ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun" dedi. Allah'a andolsun ki, Habib-i Neccar yalnız idi.
Müminlere zulmün dışında, diğer bütün günahlar bağışlanır. Gösteriş için yapılan amellerin dışında, diğer bütün hayır ameller kabul edilir.
Allah için sev, sağlam ipe (Kur'ân'a) sarıl ve hidayetten ayrılma. Böyle oldukça amellerin kabul edilir.
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Şüphe yok ki ben tövbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da doğru yola erişen kimseyi bağışlayıcıyım."
İmanla birlikte olmayan amel, kabul edilmez; amelsiz de iman olmaz, yakinsiz amel, huşusuz da yakin olmaz. Bunların hepsinin mihveri, hidayettir.
Öyleyse hidayete erişenin ameli kabul edilir ve kabul edilmiş olarak melekût âlemine yükselir. "Allah dilediğini doğru yola hidayet eder."
Ey Abdullah! Allah-u Teâla'nın (rahmet ve nimet) yanında, O'nunla birlikte olmak ve Firdevs Cennet'ine yerleşmek istiyorsan, dünyaya önem verme, ölümü göz önünde tut ve yarın için bir şey biriktirme.
Bil ki, önceden göndereceğin her şey, (yaptığın ihsan ve ibadetler) faydana olduğu gibi, geriye bıraktığın şeyde (biriktirdiğin dünya malı da), zararınadır.
Kazandığı maldan kendisini mahrum bırakan, o malı başkası için toplamaktadır. Heva ve hevesine uyan, düşmanına uymuştur.
Kim, Allah'a güvenirse, Allah, ona dünya ve ahiret işleri için yeter ve gıyabında onun her şeyini korur. Her belaya karşı sabır, her nimete şükür ve her zorluğa çözüm yolu hazırlamayan kimse aciz kalır.
Evladına ve malına gelecek her belâ ve musibete karşı, sabretmeye çalış. Çünkü Allah, sabır ve tahammülünüzü denemek için emanet ve bağışını sizden geri alır.
Günah işlemeye cesaretlendirmeyecek şekilde Allah'a ümitli ol ve O'nun rahmetinden de ümit kesmeyecek şekilde O'ndan kork. Cahilin övgü ve sözlerine asla aldanma. Zira bu, kibirlenip ululanmana ve amelinle övünmene sebep olur. Gerçekten en iyi amel, ibadet ve tevazudur.
Kendinden sonra mal bırakmakla, kendi malını zayi edip, diğerlerinin maddî durumunu düzeltmeye çalışma. Allah'ın sana kısmet ettiği mala kanaat et. Ancak, kendi yanında olana (mevcut olan mal ve sana verilen nimetlere) bak.
Ulaşamayacağın bir şeyi arzu etme. Şüphesiz kanaat eden doyar; kanaat etmeyen ise doymaz. Ahiretten payını al. Zengin olduğunda azma. Yoksul olduğunda sabırsızlık etme. Katı ve taş yürekli olma; çünkü böyle olursan halk sana yaklaşmaktan hoşlanmaz.
Gevşek ve zayıf da olma; zira seni tanıyan seni tahkir eder. Kendinden üstte olana karşı düşmanlık yapma; senden aşağıda olanla da alay etme. İşlerde o işin ehliyle çekişme (işi ehline bırak), akılsızlara itaat etme.
Herkesin yanında kendini küçültme. Kendi yükünü başkasının üzerine yükleme. Bir işin içerisinde kalıp pişman olmaman için işe girişmeden önce, o işin giriş ve çıkış yolunu öğren.
Kalbini ortak olduğun bir yakın, amelini peşinden gittiğin baban, nefsi emmareni mücadele ettiğin düşman ve sahibine geri vereceğin emanet kabul et. Sen kendi nefsinin doktoru kılınmışsın, sağlığının belirtisini tanımış, hastalığını öğrenmiş ve ilacını da bilmişsin. Öyleyse kendine nasıl bakacağına dikkat et.
Bir kimseye yaptığın iyiliği, minnet edip söyleyerek bozma; aksine o iyiliğini daha iyi bir iyilik izlesin. Şüphesiz bu, ahlâkın için daha güzel, ahiretteki sevabın için de gereklidir. İster cahil ol, ister âlim, yumuşak huylu ve ağır başlı sayılmak için susmaya riayet et. Zira bilginlerin yanında susmak senin için süs, cahillerin yanında susmak ise, sana bir örtüdür.
Meryem oğlu İsa aleyhi's-selâm, ashabına şöyle buyurdu: "Eğer biriniz, uyuyan kardeşinin yanından geçerken onun arka veya önünden bir kısmının açıldığını görürse acaba açılmayan tarafını da açar mı yoksa açılan yerini örter mi?"
Ashabın hepsi: "Açılan tarafını örteriz." dediler.
Hz. İsa aleyhi's-selâm: "Hayır, öyle değil; siz her tarafını açarsınız."
Ashap, bunun bir örnek olduğunu anlayınca: "Ey Ruhullah! Nasıl açarız?" diye sordular.
Hz. İsa şöyle buyurdu: "Sizlerden bazıları kardeşinin ayıbını gördüğünde onu örtmüyor. Gerçekten de siz, lezzetleri terk etmedikçe hedefinize erişemezsiniz; hoşlanmadığınız şeylere tahammül etmedikçe arzularınıza kavuşamazsınız. Haram olan bakıştan sakının.
Çünkü bu iş, kalbe şehvet tohumu eker ve bu, seni aldatmaya yeter. Ne mutlu bakışı gözünde değil de kalbinde olan kimseye.
Köle sahipleri gibi halkın ayıplarına bakmayın, köleler gibi kendi ayıplarınızı görün. İnsanlar iki kısımdır: Belaya duçar olanla, olmayan. Belaya duçar olana acıyın ve sağlığınıza şükredin."