"Âli İmrân 31: "(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir."
Ey cemaat-i Müslimin!
Bilmiş olun ki bu akşam Mevlid Kandili'dir. Yani Peygamber Efendimizin bin dört yüz sene evvel böyle bir Rebiülevvel ayının on ikinci gecesinde, sabaha karşı dünyaya gelmiştir.
O mübarek gecenin yıldönümü olduğu için her Rebiülevvel ayının on ikinci gecesini bütün Müslümanlar asla unutmazlar. Bu geceye çok hürmet ederler. Minarelerde kandiller yanar, herkes camilere dolar. Kalabalık cemaatlerle namazlar kılınır, mevlidler okunur.
Bu güzel âdet Peygamber Efendimize karşı gönüllerde muhabbet uyandırmak için pek uygun bir sebeptir. Daha doğrusu mü'minin ibadete sarılması için güzel bir fırsattır. Çünkü mü'minin imanı ancak Peygamberine muhabbet etmekle tamamlanır. Peygamberini sevmeyen kimsenin imanı iman değildir.
Ey cemaat-i Müslimin!
Peygamberinizi iyice bilmeye bakın. O, iki cihan güneşine karşı muhabbetinizi artırmaya gayret edin. Dinleyiniz de ben size Peygamberimizi anlatayım.
Peygamber Efendimiz kendisini gayet temiz tutar, her hususla temizliğe son derece dikkat ederlerdi. Asla perişan gezmezlerdi. Üst dudaklarının kırmızısı görünecek kadar bıyıklarını güzelce kesip saçlarını bazen tıraş ederlerdi. Bazen de kulaklarının yumuşağını geçecek kadar uzatırlardı. Lakin sakallarını bir tutamdan fazla uzatmazlardı.
Sadece bayağı zamanlarda değil, hatta savaşa gittikleri zamanlarda bile tarak, makas, misvak, ibrik gibi temizliğe ait şeyleri yanlarından ayırmazlardı. Saçlarını sakallarını daima temiz tutar, aynaya bakıp taranırlardı. Hiç güzel koku sürünmeseler bile mübarek terleri de misk gibi kokarlardı. Öyleyken yine daima güzel güzel kokular sürünürlerdi. Dünyada iken en çok sevdiklerinden biri de güzel koku olduğunu söylerlerdi.
Peygamber Efendimiz dünyada eşi bulunmaz bir insan güzeli idi. Allah O'nu övmüş de öyle yaratmıştı, boy bos, endam hep yerinde idi. Hiçbir noksanı yoktu.
Peygamberimizin pembe beyaz olup pek sevimli ve güzel olan yüzünden nurlar akardı. Mübarek dişleri de konuşurken, gülümserken inci gibi parlardı. Bu bir Allah vergisidir ki, vücudu ne kadar güzelse ahlâkı da o derecede güzeldir. Güler yüzlü, tatlı sözlü olup ağzından fena laf çıkmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, asla hırçınlık etmezdi. Kendine hizmet edenleri de pek hoş tutardı. Kibirlenmez ve kurum satmazdı. Daima ciddiyetini muhafaza ederdi.
Peygamberimizi ilk defa gören kimsenin içine bir korku düşerdi. Lakin görüşüp konuştukça kendisine gönül vermemek elden gelmezdi.
Peygamberimizin maksadı insanları selamete çıkarmaktan ibaretti. Onun için geceyi gündüze katarak çalışır, çabalardı. Kendi rahatını ve huzurunu hiç düşünmez, kendi çıkarını hatıra getirmezdi. Âhiret için dünyayı bir tarafa atmazdı.
Ümmetinin işini gücünü bırakıp da giysisini başına çekerek mağaralara kapanmazdı. Zalimlerin ve kötülerin vücudunu kaldırıp mazlumlara göz açtırmak için zırh giyer, kılıç kuşanır, haftalarca hayvanların üstünde gezerdi.
Peygamberimiz böylece bin türlü mihnet eve zorluğa katlanarak Allah'ın emrini yerine getirirdi. Müslümanlığı yayıp insanları selamete çıkardı. Lakin bu iş birkaç sene içerisinde böyle kolayca olup bitivermedi. Tam yirmi üç sene sürdü.
Peygamberimizin bu yirmi üç seneyi nasıl geçirip, nelere katlandığını bilmeyen kimse o büyük insanın kadrini layıkıyla anlayamaz. Taşa tahtaya hâşâ Allah diye tapacak kadar cahil bir halk ile yirmi üç sene uğraşmak kolay değildir.
İnsan sadece Arapların cahilliğini düşünmemelidir. O zamanlar öyle zamanlardı ki dünyanın tersi dönmüş, herkes çıkmaz bir yol tutmuştu.
Ne yaptığını bilen, hele fakirlerin halini hiç düşünen yoktu. İşte Peygamberimiz, dünyanın böyle perişan ve acayip bir zamanında âleme rahmet olarak gelip insanların imdadına yetişti. Allah'ın emriyle o kötülüklerin önünü aldı.
Herkes Mevlâ'sını tanıdı, herkes diktatörlere kölelik etmekten kurtuldu. Sadece Arabistan'ın değil, bütün dünyanın selamete kavuşmasına sebep oldu.
Peygamber Efendimizin bunca sene evvel, Hakk'a dayanarak, adaletin, hürriyetin temellerini attığı zaman şimdiki Avrupa'nın ismi bile okunmazdı. Bunun için Peygamberimizin insanlar üzerindeki hakkı pek büyüktür.
O'nun bütün dünyaya ettiği iyiliği kimse etmemiştir. Bunun için Peygamberinizi daha iyi öğrenmeye gayret edin, daima O'nu düşünün, O'nun o güzel sözlerini hatırınızda tutun, daima mübarek cemalini gözünüzün önünde bulundurun.
Böyle yaparsanız gitgide kendisine muhabbetiniz artar, günden güne gönlünüz pak olur, sözünüz sohbetiniz değişir, ahlâkınız, tabiatınız gittikçe iyileşir. Hep iyileri, iyi şeyleri düşünürsünüz, içinizde bir sevinç, bir ferahlık duyarsınız. Ömrünüzü lezzet ve neşe içinde geçirirsiniz. Hele bu gözler yumulunca Peygamberimizin iltifatı asıl o zaman başlar. O'na muhabbetin faydası asıl öyle bir zamanda görülür." (Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk eseri)